Mut Çıtlık dergisinden dostlar, yine bizi unutmadı. Sertavula Veda’ya çağırdılar. Kemal Arabacı, Remzi Tartan ile çıktık yola. Çeşme önüne arabalar durmuş, kalabalık bidonlara su dolduruyor. 1- 2 değil 5 -10 bidon. Birkaç Köylü de ürettiklerini satıyorlar. Yüzlerinden bıkkınlık akıyor. Kemal gök domates aldı yola çıktık.

Buluşma yerine geldik. Dostlar harıl harıl çalışıyorlar. Hoş geldin hoş bulduktan sonra katran (sedir) ağaçlarıyla buluştuk. Çınar'ın yanında sevdiğim bir ağaçtı. Dümdüz boyu, dayanıklı oluşu bir başka güzeldi, İlisıra’daki Ulu Cami ve Pelitaltı camisinde sütun olarak kullanılmışlardı. Sanırım 800 yıldan beri ayaktaydılar.

Oturduğumuz yerde şırıl şırıl, olduğundan su akan mini çeşme vardı. Sesi notadaki “mi” sesi gibiydi.
Susuzluğa baş kaldırmıştı, ince oluşuyla. Dost Mehmet Çiftçioğlu düzenlemiş. Taşlarla, su kabakları ile süslemiş. Bununla yetinmemiş, iki beyaz mermere Yunus Emre ile Kızılderili reisin deyişlerini yazdırmış. Doğanın önemini ve sevgiyi içeren yazılar ince bir duyarlığın dışa dönük yansımasıydı. Var olasın dost Mehmet.

En son ağaç yok olunca

En son pınar kuruyunca

En son keklik ölünce

Altının, doların, betonun

Hiçbir işe yaramadığını anlayacaksın

O zaman çok geç olacak.

………..

Ben bu dağın ağacıyım

Ne tatlıyam Ne acıyam

Ben Mevlam'a duacıyam

Derdim vardır inilerim

YUNUS EMRE

Söz İşçioğlun’dan açılmışken, ondan söz etmemek olmaz. İnce dalan, esmerce gözleri ışıl ışıl iyi bir anlatıcı. Mut’a ilişkin söylencelerin derleyicisi, konuksever bağlama ustası. Bize sonu ayıp bir olayı anlattı. Bir gün yangın çıkar. Genç, yaşlı köylü –kömetli, kürekle, baltayla yangını söndürmeye giderler.

Çınar altındaki kahvede oturanlarda söndürmeye koşarlar. Bir köşede 66 oynayan iki kişi yerlerinden kalkmazlar. Yardımcı toplayan Albay, onların yanına gelip “Ne duruyorsunuz, ormanın sahibi sizsiniz” kalkın derse de oyuna devam ederler. Albay üsteleyince biri “orman bizim mi, yanarsa yansın der” Ölür müsün öldürmez misin?

Mut Sertavul deyince Karacaoğlan'da usa gelir. Elbette. Mustul kardeşe ilk aşkını anlatsana dedim. İki -bir etmedi, anlattı. Ortaokuldayım köyden geliyorum. Saçının beliklerini uzatmış, güzel mi güzel sınıf arkadaşıma sevdalandımsa da aşkımı içimde tutuyorum. O nerede ben oradayım. Tut ki Kerem'in arpa tarlasıyım. Bir gün sınıf arkadaşım önüme geçti, bıçağını çıkardı. Bu kızdan vazgeç diye beni tehdit edince, geri çekildim. Aşkımı içime gömdüm. Yıllar yıl üstüne geçti. 42 yıl sonra bir yürüyüşte yan yana geldik. Yürüdüğümüz yol Londra asfaltı gibi dümdüzdü. Onunla yürüdüğüm 500 metrelik yol beni sanki cennete götürüyordu.

Sonra “Fiyakalılar derneği, avareler durağı” başkanımız Eyüp dost latifeleri ile ortamı neşelendirdi. Ardından Çiftçioğlu bağlamasıyla, sesiyle hiç duymadığımız türkülerini söyledi. Özellikle Cezayir türküsü bizi duygulandırdı. Petek bal günümüzün ağız tadıydı. Biz de Sertavul'da baharı gelecek yıla uğurlayıp düştük Karaman yoluna…