Mustafa Kemal Uysaler’in kitaplarını yayınlaya Kalan Yayınlarının Mustafa Kemal Uysaler ile yaptığı söyleşi
Mustafa Kemal Uysaler: “Malatya insanının geciktirilmeden önünün açılması gerekir inancındayım”
SÖYLEŞİ:
Aslı Kemal Gürbey
Beni takip edenler Mustafa Kemal Uysaler ismini mutlaka hatırlayacaktır. Eğitimci kimliğiyle yıllarca öğrencilerine rehberlik eden, yazar kimliğiyle düşüncelerini kâğıda döken, sendikacı yönüyle emek mücadelesinin içinde yer alan, sivil toplum gönüllüsü olarak toplumsal dayanışmanın gücüne inanan bir isimden söz ediyoruz. Evet, Mustafa Kemal Uysaler’den bahsediyoruz. O, Cumhuriyet’in aydınlanmacı ruhuyla yoğrulmuş, çok yönlü bir aydın. Her daim bilgiyle, emekle ve inançla yol almış bir Cumhuriyet aydını. Şimdi ise, kaleminden çıkan yeni iki eseriyle bizleri yeniden düşünmeye, sorgulamaya ve umut etmeye davet ediyor. Evvelce yazdığı eserler ve konuları şunlar: “Öğretmenliğe Başlarken (Yaptıklarım ve Yapamadıklarım)”, mesleğe dair içten ve samimi bir yüzleşme; “İki Mevsim Arası”, duygu yüklü şiirlerle örülü bir iç dünya yolculuğu; “Hayaller Hatıralar”, “Sarmı Deresi 1”, “Sarmı Deresi 2”, ise Anadolu insanının hikâyesinin yüksek bir edebiyat dili ile okura sunulduğu dokunaklı ve unutulmaz hikâyeler... Yazarın “Kayıp Duygular” ve “Üç Şehir” isimli iki kitabı daha bu hafta okurlarla buluştu. Yazarın tüm kitaplarını 26 yıldır nitelikli eserler yayımlayan Kalan Yayınları bastı. Mustafa Kemal Uysaler ile edebiyat, sanat, toplum ve kitapları hakkında konuştuk.
Merhaba Mustafa Bey. Kısa süre önce 2 ciltlik eseriniz “Sarmı Deresi 1”, “Sarmı Deresi 2” için sizinle söyleşi yapmıştım. Şimdi de “Kayıp Duygular” ve “Üç Şehir” vesilesiyle sizinle karşılaştık. Eserlerinizin çeşitliliği ve sürekliliği kesinlikle dikkat çekici. Her yeni çalışmanızda farklı bir düşünsel alanı okura açıyorsunuz. Deyim yerindeyse yüksek bir sorumluluk duygusuyla hareket ederek Anadolu insanına değerli ve çok önemli bilgiler taşıyan bir öğretmen gibisiniz. Ancak aydın camiasının bir kesimi, üretmekten çok tartışmayı, eleştirmekten çok susmayı tercih ediyor. Sizce bu suskunluk bir entelektüele uygun düşüyor mu? Ve yazmak yerine susan aydınların topluma katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?
Ülkemizde tartışma kültürünün geliştiğine inanmıyorum. Tartışma, bir hesaplaşma olarak kendisini gösteriyor. Ayrıca bazı tartışmalar da kayıkçı kavgası gibi sonuç alınamayan tartışmalar oluyor. Oysa tartışma, doğruyu bulma yöntemidir.
Yaşar Kemal, Çukurova’ya, Orhan Kemal, Adana’ya, Ahmet Arif, Diyarbakır’a olan sevgisini yazı ve şiirlerinde sık sık anlatırlardı. Doğdukları memleket onların dizelerinde bir hasret coğrafyasıdır adeta. Sizde de bunu gördüm. Üç Şehir kitabınız özellikle bunu odağına almış. Mustafa Bey, Malatya sizin için ne ifade ediyor?
Malatya, dokunulduğu zaman çağdaşlaşmaya hazır insanların yaşadığı kadim bir kent. Ancak ülkemizin genelinde olduğu gibi yerelde de Malatya, maalesef yalnız bırakılan ve de yalnızlığa terk edilmiş bir yaşam merkezi. Çok üzücü. Malatya insanının geciktirilmeden önünün açılması gerekir inancındayım.
Kayıp Duygular’daki pek çok yazınızda Cumhuriyet’in değerlerine, Atatürk’ün düşünsel mirasına ve aydınlanmacı ruhuna derin bir bağlılık hissediliyor. Bugünün Türkiye’sinde bu değerlere yeterince sahip çıkıldığını, öneminin yeterince anlaşılabildiğini düşünüyor musunuz?
Birkaç meczubun anlamsız söz ve davranışları toplumumuzun Atatürk’e olan sevgisini ve bağlılığını ortadan kaldıramaz. Atatürk gerçeğini hiçbir zaman hiç kimsenin ya da kesimlerin ortadan kaldırma gücü yeterli olamaz. Atatürk, Türkiye’de yaşayan insanlarımızla kopmaz, koparılamaz bir bağla bağlıdır, diyorum.
“Bilim, sanat, kültür ve teknoloji üretmeden çağdaş uygarlık seviyesine ulaşamayız” diyorsunuz. Birçok aydınımız da günümüzde bu alanlara yeterince yatırım yapılmadığını söylüyor. Fakat bazıları da bu alanlarda iyi bir noktaya ulaştığımızı ısrarla söylüyor. Siz bu tartışma hakkında neler söylemek istersiniz.
Günlük konuşmalarımız içinde kaç sözcük bilim, sanat, kültür ve de teknoloji içeriyor. Bu durumlara bakarak toplumumuzun çağdaşlaşmadaki yerini görebilmemiz olasıdır diyorum.
Malatya depremini birebir yaşamış biri olarak, afetten sonra yazılarınızda insana, insan dayanışmasına ve toplumsal hafızaya sıkça vurgu yapıyorsunuz. Ancak deprem gibi büyük yıkımlarda sadece doğa değil, ihmaller de can alıyor. Sizce bu tür felaketlerden sonra unutmaya eğilimli bir toplum olmamız mı asıl sorun, yoksa sorumluluk almak istemeyen bir sistemin bizleri unutmaya mecbur bırakması mı?
Bilim insanları, “deprem değil, binalar öldürür,” diyorlar. Bu bilginin ışığında barınma meskenlerimizin yüksek şiddette oluşacak bir depreme dayanıklı olarak üretmemiz gerektiğini işaret ediyor.
Türkiye’de entelektüel üretim çoğu zaman ya akademik bir dilin sınırlarına sıkışıyor ya da popüler kaygılarla yüzeyde kalıyor. Oysa siz yazılarınızda hem derinlikli hem de samimi ve cesur bir tutum sergiliyorsunuz; toplumsal meseleleri çekinmeden kaleme alıyorsunuz. Edebiyat camiası neden hâlâ sizin ki gibi bir yazarlığı “riskli” ya da “fazla politik” bulma eğiliminde? Edebiyat, neden hâlâ toplumsal gerçeklikten uzak durmanın arkasına estetik kaygıyı siper etmeye devam ediyor?
Ülkemizde, insanları aydın yapan, taşıdıkları sorumluluklarıdır. Yani her aydının kaçınılmaz sorumlulukları vardır. Olumsuzluklar karşısında suskun kalanlar aydın olamazlar.
Söyleşiyi sonlandırırken okurlarınızın bol olmasını diliyorum. Bana zaman ayırdığınız için zat-ı alinize teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.