2023 yılı saat 04,17, hava -13 derece etraf kar don ve buz…
Yer sallanıyor. Koşuşturmalar, bağırışlar ve çığlıklar etrafa yayılıyor. Uzaktan ve yakından gelen acı çığlıklar ayyuka çıkıyor. Ay insanları seyrediyor; yıldızlar düşüyor karlar üzerine ve birer ateş topu olup yakıyorlar insanları…
İnsanlar dışarıda, yirmi santimlik karların üzerinde. Soğuk durmuyor ve üşütüyor. Sabah zor oluyor.
Duvarlarda çatlaklıklar oluşmuş. Korkuyorum. Telefonum çalıyor, sabah erkenden. Hep aynı soru: “Nasılsınız?”
Kendimi toparlamaya ve sakinleşmeye çalışıyorum.
Saat 13,24. Yer yine sallanıyor, ben telefondaki yeğenim Kubilay’a “iyiyiz” derken. Uzun sürüyor sallantı. Duvarlarla tavanın birleştiği yerlerde yarıklar oluştu ve sıvalar yerlere düşüyor. Ne yapacağımı şaşırıyorum. Yine herkes dışarıya fırlamış; biz eşimle hala evdeyiz. Telefon susmuyor… Akşama doğru soğuk olabildiğince sarıyor etrafı.
Televizyon açık ve durmadan depremin kucakladığı illeri sayıyor birer birer. Tam on bir il. Arada bir de Malatya diyor spiker. İçime alev düşüyor. Bu gece nasıl geçer?
Sabah sessiz sessiz geldim diyor adeta. Etrafta hiç kimse yok. Öğleye doğru öğrencim Korcan elinde beş litrelik bir su bidonuyla çıkıp geliyor. Seviniyorum.
“Hocam belediyeden çadır alıp geleceğim,” diyor.
“Sağ ol Korcan. Karların üzerine nasıl kuracağız çadırı?”
Bir gün daha geçti. Etrafta kimseler yok. Gelen giden, arayan soran hiç yok…
Sabahı zor ediyoruz eşimle korku içinde. “Gidelim buradan,” diyor eşim. “Nereye gideceğiz?” Yollar yarılmış, petrol vermiyorlar. Çaresiziz.
Akşam, eşimin akrabalarıyla birlikte arabaya biniyoruz. Durmadan sallıyor yer arabayı. Uyumak ne mümkün! “Hele bir sabah olsun bir çare buluruz,” diye konuşuyoruz. Sabah oluyor. Aynı endişe, aynı korku…
Bir gece daha geçiriyoruz, korkuyu içimize gömerek ama uyku yok, dur durak yok. Endişeliyiz. Eşim: “Ben bir gece daha burada kalmam,” diyor haklı olarak. Ben de kararlıyım ne pahasına olursa olsun gideceğiz artık buradan.
Yeni bir gün. Eşimin akrabalarıyla bir tanıdık bizi hava alanına götürdü. Eşim ve akrabaları arabadan inip üçer, dörder kişiden oluşan ve uzayıp giden insan kuyruğuna girdiler. Şoför beni bekleme salonuna kadar götürmek istedi ancak önümüze çıkan bir polis izin vermedi. Arabadan indim. Nefes alamıyorum. Dizlerim üzerine kapandım. Etrafta onlarca asker ve polis var. Bir ses:” Ne oldu sana amca?” deyince başımı kaldırdım bir polis bu. “Astım hastasıyım yürüyemiyorum.” “Tamam amca yavaş yavaş salona git.” Durmadan telefonum çalıyor. “Eşim arıyordur,” diye düşündüm.
Bekleme salonuna yaklaştım. Girişte bir polis var. Öndeki bankta da bir sivil kişi oturuyor. Benim durumumu gören kişi, polise seslenerek: “Salona alsana bu insanı, halini görmüyor musun?” dedi. Polis: “Alacağım. Kimin kimsen yok mu amca senin?” Bu arada beni durmadan arayan eşimi uzaktan gördüm. Güçlükle çağırdım. Sevinerek yanıma geldi. Bir sivil polis tekerlekli bir sandalyeye beni bindirip süratle salona aldı. Salon ana baba günü. İnleyenler, ağlayanlar, bağıranlar…. Arada sırada bir asker geliyor ve hiç aldırmadan yine gidiyor. Saat 12.30’da geldiğimiz havaalanında saat 18.00 oldu hala bekliyoruz, neyi beklediğimizi bilmeden.
Bir asker: İstanbul’a gidecekler arka salonda toplanacak. Ankara ve İzmir’e gidecekler de bu salonda kalsınlar. İzmir’e gidecekler eğer uçak gelirse saat 24.00 ya da daha sonra; Ankara’ya gidecekler saat 18.30’da gidecek olan uçağa binecekler. Eşim: “Kemal nasıl yapalım?” “İnan bir saniye bile duracak gücüm kalmadı. Bir an önce buradan gidelim.”
Aslında havaalanına iki uçak gelse kuyruktaki ve de salondaki bütün insanları gidecekleri yerlere çok rahatlıkla taşıya birler ama uçaklar neden yoklar?
“Uçağa asansörle bindirdiler. Uçak havalanmadan önce Ankara’da yeğenim Kubilay’ı aradım. Ankara’ya indiğimizde Kubilay’ın ayarladığı kişi bizi alıp, eve getirdi. 10 gün Ankara’da kaldık. İzmir’e geldiğimizde de bir dostumuz bizi oğlu ile birlikte karşıladılar ve eve getirdiler.
Aradan tam iki yıl geçti. Yürüme zorluğu çektiğim için günlerce tekerlekli sandalye kullanarak hastanelere gidip geldim ve tam üç kez ameliyat oldum…