Benim mesleğim, toplumun çöplüğü gibiydi. Ölüm, aşağılama, kavga dövüş, cinsel saldırılar, yağma,, çarpma-çırpma-dolandırma, aklınıza ne gelirse tüm pislikler kat kat yığın yığındı. 

Son güzün sıcak bir günüydü. Köyünde, bir tarlada çalışan çoban öldürülmüş. Ekibe iki doktoru da alarak olay yerine gittik. Kırklı yaşlarında, zayıf, sakallı bir adam sırtüstü yatıyordu. Köylüler bir kenara toplanmış, aralarında konuşuyorlardı. Güneş, yaz günü gibi yakıcıydı. 

Önce olay yerini inceledim. Sıra otopsiye geldi. Cesedin çevresinde altı mermi kovanını toplattım. Yardımcı, cesedi soydu. Sonra göğüs ve karnı kesip, açtı. İki doktor,, kurşun giriş deliklerini izleyerek, mermi çekirdeğini aramaya başladılar. Bir iki derken sanırım dört çekirdeği buldular. Geriye iki çekirdek kalmıştı. Ara-tara yok Allah yok. Girişe göre, karın bölgesini de aramak gerekiyordu. Bağırsaklar dışarı alındı, dışkılar sağıldı. İş uzadı. Körler homurdanıp, üzerimize geldiler. Eski bir chile buldurarak, köylülerle aramıza astırdım. Bir Çekirdek bulundu, ikincisi bulunamadı. Tüm çekirdeklerin bulunması gerekiyordu. Olay iki tabancayla gerçekleştirilmiş olabilir olabilirdi. Ceset kokmaya, sinekler uğuldaşıp, kan emmeyi sürdürünce, ne olursa olsun diyerek otopsi sonuçlandırdık. Çuvaldız ve sicimle açılan yerler dikildi.

Öldürülen çoban, sürüsünü yayarken, katilin delinmiş tarlasına salmış, anızlarda otlatmış. Bunu gören tarla sahibi ile birbirlerine bağırıp, çağırmışlar. Adam tabancasını çekip, çobanın üzerine tüm kurşunları boşaltmış. Anızın ekonomik değeri, insan öldürmeye değmezmiş bile. Bir anlık öfke der geçeriz ya, işin gerçeği bu değildir. Bir birikim vardır, belleğin içinde. Bunu sonraki yıllarda öğrendim.

Uşak’da hali vakti yerinde bir doktor, evlatlığı olan genç bir öğretmenin tabancayla vurarak öldürmüştü. 

Doktor, bebekken bir kızı evlatlık olarak almış. Beslemiş, okutup öğretmen yapmış. Sonra ona aşık olmuş. Evlenmek istemişse de olmamış. Mecnun’a dönen, tüm kişiliği altüst olan doktor, öğretmenin ders verdiği sınıfa giderek, tabancasıyla ateş edip, onu öldürmüş. Cezaevinde doktoru gördüm. İyi giyimli, ağırbaşlı, saçları önden dökülmüş, sinek kaydı traşlı bir adamla karşılaştım.

Bir konuşma sırasında, üçkağıtçı, zeki, anasının gözü ocak hekimine, cinayetin nedenini sordum. “Bu olayın nedeni anlık değildir. Yılların birikimi vardır. Alttan alta biriken tortular, üst bilinci ele geçirirler. Geriye kibritin çakılması kalır. Derslikteki tartışma, çakan kibrittir” dedi. Bu olay bir yanardağa da benzer. Yanardağlar hemencecik patlamaz. Belirli bir süreç, birikim ve sıkışma vardır. Son kertede büyük bir patlama gerçekleşir. Bunlar birbirine benzer durumlardır. 

Çobanın öldürülmesinde de aynı etkilerin olduğu soruşturmada anlaşılmıştı. Eskiden beri ikisinin arasında “husumet” varmış. Otlatma çakan kibritin ateşiymiş. Bir insanın canı böylesine ucuza gitmezdi değilse. Sönen iki ocak, yıllarca cezaevinde kalmak, bir avuç samana değmezdi ama o yakıcı güneş, öfke her şeyi sonlandırmıştı.