Toplum olarak Divan Edebiyatı’ndan nasibimiz kesileli yıllar oldu. Buna rağmen Sultânü'ş-Şuarâ (Şairler Sultanı) ünvanlı Bâkî’nin 500 yıl önce yazdığı bir şiirinden şu dizesini duymayanımız yoktur:
Bâkî kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş.
(Bâkî, geriye kalan, kalıcı olan, ölümsüz anlamında, Arapçadan dilimize geçen bir sıfat.)

Karaman’da benden başka herkesin tanıdığı bir isim olan Dr. Mustafa Gövesli vefat etmiş. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.

Mustafa Gövesli adını çok duydum, tanışmak hatta görüşmek kısmet olmadı. Dr. Mustafa Gövesli adı, Saray Holding ailesinin SE-KA-SAR Vakfı’nca Karaman’ın kültürel mirasına kazandırılan, Murat Ay’ın yıllarca emek verip derlediği, editörlüğünü yaptığım “Karaman Ezgisi” adlı kitabın ilk okumasını yaparken karşıma çıktı.

“Karaman Ezgisi” adlı muazzam eser, Karaman'ın müzik tarihini derinlemesine inceleyerek, Karamanlı bestekârlar, söz yazarları, müzisyenler ve şairlerden, müzikli mekânlara ve saz aletlerine kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Karaman Ezgisi üzerine birkaç kez yazı yazdım. Daha yazılacak yüzlerce konu var. Bir hazine, bitecek gibi değil.

Karaman Ezgisi’nden “Ülen Yav, Harcadık Sesi!” başlığıyla öne çıkardığım bir anının sahibiydi Dr. Mustafa Gövesli. Kitap çıkmadan, Mustafa Gövesli’nin bu anısını not aldım ve “Bir gün mutlaka bu anıyı Karaman’la paylaşmalıyım” dedim.

Kitap çıktı ama anıyı paylaşmak için bir türlü fırsat doğmadı. Son Karaman gezimde Göves’i gördüm. Tarihi ve doğal dokuya, insanlarının cana yakınlığına hayran kaldım. Göves yazılarım bitsin; Dr. Mustafa Gövesli’yi öyle yazarım, dedim.

Göves yazılarım henüz bitmedi ama, Dr. Mustafa Gövesli’nin öldüğü haberi önüme düştü. Mustafa Gövesli’nin yaşadığını bile bilmiyordum. Bilsem, mutlaka ziyaret eder, tanışırdım.

Oktay Rifat demiş ya; “Çünkü hatıralar kuşlar gibi, / Dal ister konacak..." Kıymetli dostum Murat Ay’ın kayıt altına aldığı ve unutulmamak üzere Karaman Ezgisi’nde yer verdiği Dr. Mustafa Gövesli’den bize kalan bir hatıra, geldi, benim kalemimin ucuna kondu. Öyle hoş, öyle sıcak, öyle samimi, içten ve öyle muzip. Bir çocuğun anlatımı gibi.

Ülen Yav, Harcadık Sesi!

Yine o yıllarda, Yücel Atalayer ve arkadaşı Nevzat Kuraloğlu, kendi olanaklarıyla birer taş plağa şarkı söyleyerek kayıt yaptırırlar. Aynı dönemde, müzikle yakinen ilgilenen diğer bir duayen ise Orhan Tosun'dur ve onun da sesi çok güzeldir. Kemanı da güzel çalar ve şarkıları, makamının yanı sıra usulüyle söylemektedir. O dönem Karaman'da, evinde piyano olan bir kaç kişiden birisi de Orhan Tosun'dur.

Sesi güzel olup eline geçen fırsatları değerlendiremeyerek, daha sonraları pişmanlık duyan değerli büyüklerimiz de vardır.

Mustafa Gövesli (1939) anlatıyor:
"Karaman'da lise olmadığı için 1956 yılında Konya Gazi Lisesi'ne başladım. İlk gün müzik dersi var. Elli yaşlarına yakın bir bayan öğretmen elinde kemanıyla derse geldi. Sizi numara sırasına göre tahtaya kaldıracağım; bir iniş ve bir de çıkış gamı yapacaksınız. Ben de size kemanla iştirak edeceğim, hem de tanışmış olacağız dedi.

Daha sonra öğrendik ki amacı güzel sesli olanları seçmekmiş. Sıra bana geldi. “1358 Mustafa Gövesli” dedi, hemen kalktım.
-Nereden geldin?
-Karaman Ortaokulu'ndan.
Nerede kalıyorsun?
-Yatılı kalıyorum.
-Haydi başlayalım. Sen de kemana iştirak edeceksin.
İnici gamı yaptık, daha çıkmadan 'Sen ilahi söylüyor musun?' dedi. Benim sesimden bildi. “Hayır hocam, niye sordunuz?” dedim. “Sizin sesinizin ilahiye kaçan bir rengi var da ondan” dedi.
“Şarkı, türkü biliyor musun?” diye sordu. “Türkü bilmiyorum hacam, şarkı biliyorum” dedim. “Hangi şarkı?” diye sordu. “Adanın Yeşil Çamları hocam,” dedim.

O zamanlar bu şarkı yeni çıkmıştı, modaydı. “Hadi bir söyle” dedi. “Ama yüksek sesle söyleme, müdür falan kapıdan geçerken duyarsa iyi olmaz” diye tembihledi.

Bir asıldım, “tamam” dedi, “ben sana keman öğreteceğim, değilse bu sesi harcarsın.”
Ülen yav harcadık sesi...

Ben o zamanlar futbola meraklıyım. Okulda teneffüse çıktık mı hemen koşuyoruz futbola. Benim müzik ve keman öğrenmek için hiç o taraklarda bezim yok.

Neyse, hocaya “Ama benim kemanım yok” dedim. Hoca da “Okulun kemanları var. Kapalı Çarşı’ya git, 2,5 lira ver, bir takım keman teli al, ben kemanı ayarlayayım, sana ders vereyim” dedi. Ertesi hafta “Mustafa keman tellerini getirdin mi?” diye sordu. “Hocam unuttum” diye yalan söyledim. Hoca geldi gitti, sordu ve en sonunda ümidi kesti...

Halbuki müziğin üzerine düşseydim çok iyi olacakmış. Sesimin güzel olduğunu söylüyorlardı, Emin abimin de daha güzel ve davudî idi. Annemin babası olan dedemin de sesi güzelmiş, oradan geliyor. Hâlâ müzik öğretmenimi dinlemediğim için çok üzülürüm.

Mustafa Gövesli Anlatıyor:
Behzat (Duru) müziğe ilk darbukayla başladı, daha sonraki yıllarda çok iyi kanun çalmayı ve notayı öğrendi. Behzat ile birlikte Ankara'da üniversite imtihanına gittik. Ben Tıp Fakültesinin imtihanına girdim. Behzat (Duru) da imtihansız olarak Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ne kaydını yaptırdı. Bu kayıtlar süresince, Ankara'daki Konya Talebe Yurdu'nda bir hafta kaldık. Ortaokuldan beri arkadaşlarım olan Behzat Duru ile Gündoğdu Duran, daha sonraki yıllarda bu yurtta sürekli kalacaktı. O bir hafta süresinde Gündoğdu Duran ve Behzat Duru ile birlikte çalar söyler, kaynatırdık.
Gençlik Parkı’na Behiye Aksoy'un konserine de gittik o zaman. Ben İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Karaman'a gelip muayenehane açtım. Kırk sene doktorluk yaptım. Behzat, “Gel oğlum, sen de bizimle müziğe iştirak et” derdi. Behzat da üniversiteyi bitirdikten sonra Karaman'a geldi, burada öğretmenlik yaptı.

“1950'li yıllar, babam bir odada oturur, biz kardeşlerim, anneannem falan diğer odada otururuz. Ablamı çağırırmış, haberim yok benim. “Mustafa'ya bir şarkı söyletiverin de dinleyim” dermiş. Türkü bilmem, klasik şarkılardan bir tanesini okurum, sonra arkadan babamın sesi gelir, ağladığını duyardım..."

Her birimiz ne çok şeyler harcadık. Ömür dediğimiz hazineyi de harcaya harcaya bitirmiyor muyuz? Rahmet olsun, Dr. Mustafa Gövesli’ye ve kubbede hoş sadâ bırakanlara, Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda” eserinde ”Ne hoş bir güzelliği vardır: Hafif adımlarla, dünyadan gülümseyerek geçenlerin. Kimseye bir kötülüğü dokunmadan yaşayanların. Onurlu bir yaşamı seçenlerin” diye ifade ettiği güzel insanlara…