Övgü pekliği millî hastalığımız. Genetik olabilir mi? Mümkün. Günümüzde salgın halinde. Bulaşın en sık görüldüğü şehirlerden biri Karaman. Henüz aşısı yok.

Peklik kelimesini sözlükteki anlamıyla kullandım: Kabızlık. Son bir yılda herhangi bir nedenle bir kişiden bile olsa teşekkür aldınız mı? Son bir yılda herhangi bir nedenle birine teşekkür ettiniz mi? Övgü ile yalakalık arasındaki ince çizgiye baktığınız olur mu?

Birini övmekle kendi değerimizden bir şey kaybetmeyiz. Teşekkür etmek bizi küçültmez. Övmek ve teşekkür etmek bütçemize yük de getirmez. Sıfır maliyet. Buna rağmen övgü ve teşekkür cimriliğimizin sebebi ne olabilir?

Karaman’da yaşayıp Mestan Karabacak adını duymamışsanız size ne diyebilirim? Sadece üzülürüm. “Mestan Karabacak’ı tanıtmayı unutmuşlar” diye kolaycılığa kaçmam. Mestan Karabacak Konyalı ama ruhen, fikren ve ikamet olarak Karamanlı. Mestan Karabacak’ı niye tanımanız gerekiyor, onu anlatacağım.

Karaman’ın cadde ve sokaklarında tabanvay çekerken, tabelalardaki kirlilikten, iş yerlerindeki yabancı isim virüsünden şikâyet etmeyenimiz var mı? Tabelalar iki kaşınızın tam ortasına güçlü bir yumruk gibi çakmıyor mu?

Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden Adem Gürsoy bu konuyu yüksek lisans tezi olarak çalışmış. İstasyon Caddesi’nde turlarken, “laf olsun, torba dolsun, âdet yerini bulsuncular” gibi, “ah şu tabelalara, vah bu dilimize” dememiş.

Adem Gürsoy, “Karaman Merkezindeki İş Yeri Adları Üzerine Bir İnceleme” başlıklı yüksek lisans tezini emek yoğun bir çalışma sonucu tamamlamış. Bu çalışmanın “2016-2020 Yılları Arasında Açılan İş Yerlerine Verilen Adların Kökenlerine Göre İncelenmesi” başlıklı bölümü şöyle:
Karaman’da 2016-2020 yılları arasında KESOB’a bağlı 3113, KTSO’ya bağlı 1004 iş yeri olmak üzere 4117 iş yeri açılmıştır. KESOB ve KTSO kayıtlarına göre, 3408 iş yerinin adına ulaşılmıştır. Bu iş yerlerinin 2698’inde Türkçe kökenli, 710’unda ise yabancı kökenli kelime kullanılmıştır. Adlarında yabancı kökenli kelime tercih eden iş yerlerinin oranı yaklaşık yüzde 21’dir.

Bu yıllar arasında kullanılan yabancı kökenli kellime oranı geçmiş yıllara göre en en yüksek seviyededir. 2016-2020 yılları arasında kullanılan yabancı kökenli kelimeler incelendiğinde Türkçeye yerleşmemiş kelimelerin yoğunlukta olduğu görülmektedir.

Adem Gürsoy’un yüksek lisans tezinde iş yeri adlarındaki yabancılaşmaya yönelik Karaman’da yapılan bazı çalışmalar sonucunda iş yeri adlarındaki yabancılaşmanın belirli bir süre önüne geçildiği ifade edilmiş. Araştırmaya göre, özellikle 1994, 2004, 2009 yıllarında Karaman Belediye Meclisinin “İş Yeri Adlarında Türkçenin Kullanımı” ile ilgili alınan kararları sayesinde iş yeri adlarındaki yabancılaşma bir nebze de olsa azaltmış ama sonraki yıllarda alınan kararlara uyulma konusunda sıkıntılar yaşanmış ve iş yeri adlarındaki yabancılaşma her geçen gün artmış.

Son yıllarda iş yeri adlarındaki yabancılaşmanın lokanta, otel, kuaför, oto yıkama, giyim mağazası gibi birçok sektörde görüldüğü tespit edilmiş. 2020’den sonrasını ve bugünleri sizlerin tahminlerine bırakıyorum.

Bunlar, “Karaman Türk Dilinin Başkenti” sloganını attığımız vakitlerde olmuş. Karamanoğlu Mehmet Bey’in dil fermanı hangi şehirde kutlanır? Türk Dil Bayramı törenleri sadece eğlenelim, “nerede eski bayramlar! Traktörlerle geçit yapılırdı, avcılar tüfekleriyle katılırdı” diye boş yere söylenmek için mi yapılıyor?

“Vefa, İstanbul’da bir semt, Karaman’la bağı ve bağlantısı yok.” diyorsanız, benim de size sözüm yok.

Bilmem, hatırlayan var mı? Türkiye’de ilk kez bir şehirde “Yabancı iş yeri ve dükkân isimlerini (tabelaları) yasaklayan bir karar alındı.
Şehir: Karaman, Yıl: 1994, Belediye Başkanı: Yaşar Evcen. Sonra bu kararın takipçileri çıktı.

Karaman Belediye Meclisi bu kararı alalı otuz bir yıl olmuş. Kararın fikrî öncülüğünü kim yapmış? Duydunuz mu, biliyor musunuz? Övgü pekliği çekmesek bilirdik. Mestan Karabacak adı şehir hafızasına kaydedilirdi. Karaman’da otuz bir yıl önce, bugün unutulan veya umursamayan, bir karar alınmış: İş yerlerine Türkçe isim konulması, Türkçe tabela asılması kararı. Bir anlamda Mehmet Bey’in “Dil Fermanı”nı günümüze uyarlama çabası. Kararın öncülüğünü yapan kişi, Mestan Karabacak’mış.

Mestan Karabacak; Türk Dil Bayramı törenlerine de fikrî ve fiilî katkılarda bulunan bir hocamız. Mestan Karabacak’ın vasiyeti “Benim hece taşıma ‘Türkçenin âşığıydı’ yazsınlar” olmuş. Kendilerine Allah’tan sağlıklı ve uzun ömür dilerim.

Mestan Karabacak uzun yıllar Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesinde hocalık yaptı. Emekli oldu. Sessiz, sedasız. Belki KMÜ’de pasta kesip plaket vermişlerdir. Duymadım. Uzaktayım ama onun kalp kırıklığının, küskünlüğünün farkındayım.

Mestan Hoca benim Türkçe yoldaşım, türkü arkadaşım. Oturup sohbet etmişliğimiz, çay içmişliğimiz yok. Varsın olmasın. Ben onu kalbî duygularla seviyorum. Bir yıl önce, “Türk Dili ve Karaman” adlı kitabını, KMÜ’de, bir oturum sırasında verdi. Üstelik imzalamayı unutmadı.

Mestan Karabacak’ın, Lâkin Akademi Yayınları’ndan çıkan ve Türk Dili Fermanı’nın 747. , Türk Dil Bayramı’nın 63. yılına armağan ettiği “Türk Dili ve Karaman” adlı 240 sayfadan oluşan, altı ana başlıkta topladığı kitabındaki 60 denemesini okuyup notlar aldım.

Övgü pekliği illetinden olmalı, kitapla ilgili yazdığım yazı öylece bekliyor. Karaman’da, Mestan hocanın kitabıyla ilgili yazı yazan çıkmadı diye biliyorum. Sebebini merak edenler için, teşhisimi “kabızlık” diye yazsam ayıp mı olur?

Mestan Karabacak hocamın “Güz” başlıklı, şerbet gibi yazısını okuduktan sonra bu düşünceler zihnime hücum etti. Hocamın affına sığınarak, “Güz” başlıklı denemesinden kısa alıntı yapacağım. (Tamamını, bol fotoğrafla süslediği Facebook hesabından okuyabilirsiniz.)

“Eskiler sonbahar yerine “güz” derlerdi. Hâlâ diyenler var, ancak artık yaygın olarak “sonbahar” diyoruz.
Bizim Yörükler yayladan kışlaya giderken bir süre kaldıkları yere "güzle" derler. Mesela bizim Saçıkaralılar ve bazı başka boylar bir zamanlar yayla olarak Anamas Dağı’nı, güzle olarak Şarkikaraağaç'ı, kışla olarak da Manavgat, Serik çevrelerini kullanırlarmış.

Gelelim bugüne... Beş yıldır güzü (sonbaharı) Gökçe'de geçiriyorum. Doğayı gözlüyorum. Yaprakların rengi günden güne değişiyor. Sarıdan kızıla, turuncuya, kahverengiye varıncaya kadar her tonda yaprak görebiliyorum.”

Mestan Hoca, Gökçe’nin güzelliğinde bizleri unutmamış. “Bugünlerde hayatınız güz olsa da ümitleriniz hep bahar gibi kalsın kardeşler” diye gıyabımızda dua etmiş.

Üç yıl kadar oldu, haziran başlarıydı, Gökçe’yi görme imkânım oldu. Çok ev yapılmış, köy obez olmuş. Yapılaşma, dışarıdan gördüğüm kadarıyla berbat. Evlerin içi ve dışı lüks olabilir. Çünkü Gökçe’ye yerleşenler gelir düzeyi ortanın üzerinde olanlar. Yeni binaları ve obezliği Gökçe cennetine yakıştıramadım.

Karaman’da bunalan, temiz hava solumak isteyen, imkânı varsa, çareyi Gökçe’ye kaçmakta bulmuş. Gökçe’nin nüfusu artmış. Gökçe’de tabiat güzel. Orman ve dağ havası var. Üstelik sakin, kavgası, gürültüsü olmayan bir yerleşim.

Gökçe, sadece gök rengi, mavi demek değil, bir anlamı da, güzel, hoşa giden demek. Gökçe, yerleşim alanıyla ve ilk yerleşimcileriyle daha kuruluşunda şanslı köy olmuş. En büyük avantajı, coğrafi konumu ve Karaman’a yakınlığı.

Gökçe’yi mesken edinenler henüz köye bir eser kazandırmamışlar. Detaya girmek istemiyorum. Gökçe, sosyal altyapısıyla elli yıl önce nasılsa aynı. İnsanlar mutluysa ne âlâ. İlla kültür merkezi, sanat galerisi, etkinlik alanı, sohbet mekânı, bisiklet yolları mı olması gerek? Küçükkuyu ile kıyaslamak yakışık alır mı? Karaman’ı Çanakkale ile karşılaştırmak ne haddimize!

Gökçe köyünün sakinleri arasında Mestan Karabacak da varmış. Mestan Hoca, Türkçe sevdalısı. Yazarların bile ekmek parasının, şöhretinin kaynağı olan öz diline özen göstermediği, kurallarını bilmediği bir dönemde bir avuç Türkçe sevdalısının çabaları beni hep duygulandırmıştır.

İmla hatalarına dikkat çektiğim bir yazıda, bayrak, vatan, millet kelimelerinin cümle içinde küçük harfle yazılması gerektiğini belirttim. Okumaktan ve okuduğunu anlamaktan uzak bir “hamaset kafa”, “Ben bayrağı, vatanı, milleti büyük harfle yazarım. Kimseye de küçük harfle yaz dedirtmem” şeklinde yorum(!) yapmıştı.

Hıyarı, kabağı, elmayı, portakalı özel isim sanıp büyük harflerle yazan, elli yıllık yazarlarımız(!) var. Sosyal medya maymunları ile üç kelimeden uzun cümleyi anlamaktan aciz olanlara sözüm yok. Onlar her şeyi bilir. Türkçenin zenginliğinden haberleri olmasa da dağarcıklarındaki 400-500 kelimeyle yazı yazmaya cüret ederler.

Mestan Hocam, ben hem tabiatı hem türküleri severim. Sevdiklerinizi, gördüklerinizi yazmanızı rica ederim. Gökçe cennetinin güzelliklerini yaşayan sizsiniz. “Her şeyin zekatı kendi cinsindendir” diye bir kural olduğunu sanıyorum. Zekatınızı ödemekten kaçmayın. Daha çok yazın, daha çok okuyalım, daha çok dua alın. Yürüyüşünüzün bereketini yazılarınızda görelim. Gökçe köyünü anlatın; ağaçlarını, kuşlarını, taşını, toprağını, insanını.
Gökçe’ye, Gökçelilere selam olsun.

Not: Mestan Karabacak’ın “Türk Dili ve Karaman” kitabını bir başka yazıda değerlendireceğim inşallah.