Aylar önce, “Ali’nin evini” yazmıştım. Şimdi de “Ali’nin sınıflarına” geldi yazma sırası...

Onun gerçekleşmesini yıllar boyu beklediği, düşü önümüzdeki günler göreceğiz. Bu bir övme yazısı değildir. “Yiğidin hakkını yiğide vermek” borcumuzdur. Onunla çoğu kez keskin tartışmalarda yaparız. Yollarımız bazen kesişir, bazende alabildiğine aksi yönlere doğru yol alır. 

Ali, yıllardır kollarını sıvayarak ilkokullarla ilgili müze kurmaya kendini adamıştı. Bu uğurda çalmadığı kapı bırakmamış, özengen (amatör) özveriyle “gıdım-gıdım” uzun bir yola düşmüştü. 

Mesleği gereği birçok ülke gezmiş, müzeleri gezmiş, buralarda edindikleriyle Karaman’a dönmüştü. O pek sevmese de Don Kişot’un izini sürdüren inadını hiç bırakmamıştı. 

Gazi Mustafa Kemal İlköğretim okulunun sınıflarında yaptıklarıyla kendi çocukluğunun izlerini aramaya koyulmuştu. Yazdıklarımdan haberi olmadı. Ben salt gözleyici konumdayım. Yaptıklarının başarılı olmasını gönülden diliyordum. Yalnız içimdeki kuşku beni hep tedirgin ediyordu. O akıntıya karşı, çala kürek yol alırken, kayalara çarpacak sanırdım. Çevrenin sanata bakışının hiçte iyi olmadığının ayrımındaydım. “İyi saatte olsunlar” dört bir yanda kol geziyorlardı. Arabanın tekerlerine taş konar mı? diye işkilleniyordum. 

Sonunda “yüzdü yüzdü kuyruğuna geldi” Bakalım post zarar görecek mi? İnanırım ki o 24 saat müzesi için yaşıyor. Tuttuğunu koparacak istenci (irade) tonlarca ağırlıkta. Yaptığı işleri yerinde gördüm. Yoktan “saraylar” gerçekleştirmiş. Hiçbir kimsenin üstesinden gelmeye cesaret bile edemeyeceği bir yolu yürümüş. Osmanlı sınıfını gördüğümde bir öyküdeki “Çelebi gelmiş mi? Çelebi gelmiş mi?” sözleri kulaklarımda çınladı. Falakalar ve kızılcık sopalarının “zıbarttığı” ayak tabanları, avuç içleri, “eti senin kemiği benim” hocanın vurduğu yerde gül biter öğütlerinin açtığı yaraları düşündüm. 

Ali müzesini gerçekleştirirken dünyadaki oluşumları da irdelemekten de geri kalmamış. İşin felsefi ve teorik yönlerini de irdelemiş. Anlattıklarını ilk kez duydum, öğrendim. Öğrenmenin sınır yoktur ve el elden üstündür, demişler haklı da çıkmışlar. 

“Koca Ali’nin” emeğinin ak çıkması tüm dileğim. Yolu açık olsun, hep ileriye doğru gitsin. Bu yazıyı bitirirken, yeni okuduğum bir şiiri de okuyanlarla paylaşıyorum: 

ÖĞRETMENİM BANA DA KURDELE TAK 

Okumayı sökenlere  Kırmızı kurdele taktı öğretmenim.  Elmalarını kızarttı,  Onları öptü.  Bize kurdele takmadı, Bizim elmalarımız beyaz kaldı. Bizi öpmedi. “Burası tembel sırası

Tembellere kurdele yok”

Başımız eğik hepimizin, 

Yüzümüzde utancı elmalarımızın…

“Bana da kuramızı kurdele tak öğretmenim

Benimde elmamı kızart, 

Beni de öp…”  Düşüme giriyor kurdeleler Uçlarında çengelli iğneler. Kaşları, gözleri var. Tutmak istiyorum kaçıyorlar. “-Bakkal amca; Param yok, pabuçlarımı vereyim al. Çantamı vereyim al, Bana şu kadar kırmızı kurdele ver. Bir de çengelli iğne...”

Türkan Gedik