Birinin ne zaman öldüğünü anlamak, insanlık tarihi kadar eski bir sorun. Tıpta ölüm; nefesin kesildiği, kalbin durduğu an olarak tanımlanabilir. Ama biz insanlar için ölüm hiçbir zaman yalnızca bir biyolojik duraksama değildir. Sevdiklerimizi kaybettiğimizde o tanımı, o soğuk bilimsel cümleleri kabul etmek istemeyiz. Çünkü ölüm bazen nefesin kesilmesinden çok daha fazlasıdır: Bir sessizlik, bir eksiklik, bir alışkanlığın yarım kalmasıdır.
Ölümü yaşamdan ayırmak, işte orada başlar asıl zorluk. Çünkü birinin "yaşamıyor" olduğunu söylemek, yalnızca onun yokluğunu kabul etmek değil, aynı zamanda onun bizdeki varlığını inkâr etmeye çalışmaktır. Oysa ki o hâlâ bizde bir yerdedir. Bir sesin içinde, bir anının köşesinde, bir öğüdün yankısında...
Sevdiklerimizi kaybettiğimizde, hayat bir süreliğine durur. Zaman akmaya devam eder ama biz bir yerde kalakalırız. Hislerimiz bulanır, düşüncelerimiz ağırlaşır. Hayat sanki griye döner; renksiz, neşesiz ve sessiz…
Ve sonra başka kayıplar başlar.
Bir insanı kaybettiğimizde sadece onu değil; güvenimizi, umutlarımızı, sevme şeklimizi, hatta bazen kendimizi de kaybederiz. Dostluklara olan inanç sarsılır, aile kavramı anlamını yitirir, "bir daha böyle hissedemem" korkusu sarar içimizi. Köklerimizden sökülmüş gibi hissederiz. Ayakta durmak için dayandığımız her şey, bir anda yokmuş gibi...
O acının tarifi yok. Bir boşluk değil sadece; bir ağırlık da değil. Sanki ikisinin karışımı. Hem hiçbir şey hissetmemek, hem de her şeyi aynı anda yaşamak gibi. İçinde bir yer var, sürekli sızlayan. Dokunulmayan ama hep var olan…
Ve en garibi de şu: Bazen hâlâ orada olduğunu hissedersin. O koltuğunda oturuyordur mesela. Gülümseyerek öğüt verecektir sanki. Birazdan konuşacak gibidir. Sesini duyduğuna yemin edebilirsin. Ama yoktur. Ve işte o an, en çaresiz andır: Yokluğunu kabul ettiğin ama varlığını delice özlediğin an.
"Hayret bir şey" diyorsun kendi kendine. Nasıl olur da bu kadar yok olup, bu kadar var kalabilir bir insan?
Ölüm belki de tam olarak budur: Yokluğun içinde bile var olmayı sürdürebilmek.