Yıl 1964,Eylül ayının ortalarıydı.Ben lise son sınıf öğrencisiydim. Heccelerdeki evimizde gece uykudaydım. Birden sokakta gürültülerle uykumdan uyandım. O kadar gürültülü sesler geliyordu ki, ilgisiz kalamadım. Acele giyindim hastanenin önüne doğru hızlı hızlı yürümeye başladım. Çarşı tarafından sesler geliyor, gökyüzünde de anlayamadığım bir aydınlık vardı. Hastanenin önüne varınca manzara ortaya çıkmaya başlamıştı. Saat 24.00 sıralarıydı, çarşının üzerine binlerce lamba yakılmış gibi ışıl ışıl aydınlıktı. Hızla çarşıya doğru yol alıyor, bu aydınlığa hala bir anlam veremiyordum. Aktekkeyi geçtim Gazipaşa caddesinin alt kısmına varınca durumun vahametini bütün açıklığı ile gördüm. Tam bir felaket havası esiyordu. İnsanlar sağa sola koşturuyor, dükkânların önüne motor arabaları yanaşmış eşyaları boşaltıyorlardı…
İsmet Paşa Caddesinden Atatürk parkına ulaştığımda manzara çok daha değişikti. Yangının yoğun olduğu yer Külahçılar Sokağı idi. Burada genelde terziler ve manifaturacılar vardı. Bir kısım insanlar manifaturacılardan kumaş boşaltıyor, kumaş topları açılarak yol boyunca saçılıyordu. Bazıları bu kumaşların parkın yanındaki boş alana yığıyor, eşyalarını yangından kurtarıyor; yüzünden tipsiz olduğu belli olan, daha önce hiç görmediğim tipler ise kumaşları ve eşyaları sırtlarında bir çuvala doldurmuş, koşarak uzaklaşıyorlardı. Bunlar belli ki, yağmacılardı. Dükkânlarından çoluk çocuk mallarını kurtarmaya çalışanlar, itfaiyeciler, polisler, jandarmalar, yağmacılar ve sağa sola koşuşan, ellerinde su dolu kovalarla yangını söndürmeye çalışan, bir şeyler yapmak isteyen, koşuşturan şoklanmış insanlar; ama nereye gittiğinin şuurunda olmayanlar. Ağlayan kadınların çığlıkları, gözlerinden yaş akıtan dükkanını kaybetmiş insanlar… Tam bir curcuna… Tam bir keşmekeş…
Hızla yemeniciler sokağından geçtim Gazi paşa caddesindeki iş bankasının yanındaki bizim kunduracı dükkânının önüne vardım. Orada Mustafa abim, İbrahim abim, Ahmet abim, Mehmet Bursalı abim, kardeşim Musa, kalfalar dükkanın kepenklerini kapatmışlar hararetli hararetli konuşuyorlardı. Karşımızda Külahçılar camisi ve minaresi yanıyordu, Gazi paşa caddesinin kuzey tarafı yanıyor, güney tarafına yangın henüz sıçramamıştı. Bu sırada külahçılar camisinin ahşap minaresi büyük bir gürültü ile kuzey istikametine yıkıldı.
Çok şükür ki, güneye, bizim tarafa yıkılmamıştı; bu durumda çok büyük felaket olur, yangın bu yakaya atlardı. Bu arada iş bankasının çatısı tutuşuyor, yangın güneye atlıyor orada hazır duran itfaiye hemen müdahale ediyor atlayan yangını söndürüyordu. Bir süre sonra çatılardan kilimler sarkıttılar, bu kilimleri ıslatarak yangının güneye atlamasını önlemeye çalışıyorlardı. Gece boyunca yangın bir çok defa güneydeki çatıya atladı, her defasında söndürüldü. Güneye ulaşan yangın semerciler sokağındaki bol miktardaki yanıcı madde ile söndürülemez bir duruma dönüşebilirdi..
Durum çok kritikti. İş bankası, Çakıcılar, bizim dükkân, yanımızda Hadimli zücaciyeci Hikmet abi bir karar aşamasındaydık. Mustafa abim dükkânın boşaltılmamasına karar verdi. Çünkü boşalttığımızda etrafta o kadar çok yağmacı geziyordu ki, bunları kontrol etmek mümkün değildi. Bir riske girmeliydik. Yangın bu tarafa atladığında her şeyimizi kaybedecektik. Kundura makineleri çok ağırdı, taşımak zordu. Neticede komşu Hikmet abinin zücaciye dükkânının boşaltılmasına karar verildi. Hep birlikte orada eşyaları arka sokaktaki tanıdık bir eve taşımaya başladık. Bu taşıma esnasında benim görevim, taşımaya katılacak yabancı yağmacıları önlemekti. Çok dikkatli bir şekilde görevimi yapıyordum; şükür ki, taşımadaki disiplini gören yağmacılar pek yaklaşmadı.
Bu esnada biz dokuz doğuruyorduk. Yangın birçok defa bizim taraftaki çatıya atladı; ancak söndürüldü. Gece yarısına doğru rüzgar kuzeye doğru yön değiştirdi, rahatladık; bizim dükkan dâhil güneydeki dükkanlar ve semerciler sokağı hep kurtulmuştu. Yangın kuğulu parktan, Atatürk parkına; Gazi paşa caddesinden, ziraat bankasına kadar geniş bir alanda etkili olmuş 200’e yakın dükkân ve iş yeri büyük zarar görmüştü. Sabaha karşı yangın hızını yitirmiş, kontrol altına alınmıştı. Başlangıçta Karaman itfaiyesi çok yetersizdi. Daha sonra Konya, Çumra, Ereğli itfaiyeleri de yardıma gelmiş, söndürmeye yardımcı olmuşlardı.
O yıllarda Karaman fakirdi; yangın bu fakirliği bir kat daha artırdı. Karaman çok büyük felakete uğramıştı; telafisi yıllar sürdü…
Öncesinden dükkânlar hep ahşaptandı; ama bir estetiğe sahipti. Sonra yapılan beton dükkânlar çok kaba ve biçimsiz bir görüntü oluşturdular.
O yıllarda Avrupa’ya işçi gönderiliyordu. Karaman felaket bölgesi olduğu için her isteyeni Avrupa’ya işçi olarak gönderdiler.
O zaman herkes bu durumdan mutlu mesuttu…
Yangın gerçekten de çok büyük bir felaketti. Böylesi zor görülür. Karamanımız o dönemde felaket neticesi çok sıkıntılar, zorluklar yaşadı. Rabbim ülkemizi ve memleketimizi böyle büyük felaketlerden korusun…
Abdurrahman Sağkaya