Bir öğle üzeri, arkadaşlarla söyleşirken, söz döndü dolaştı cimrilik, cömertlik üzerine yoğunlaştı.

Bir arkadaş ilk gençliğinde, Kodabeyler ailesinden yaşlı bir amcanın, kendisine anlattığı “kıssayı” dile getirdi: Vakti zamanında, bir kentte varsılmı varsıl, yaşlı bir adam varmış. Yemez de yedirmezmiş. Kimseye yardım etmezmiş. Yine o kentte dünya güzeli genç bir koz varmış. Onunda gönlünün aktığı yakışıklı sevgilisi varmış. 

Cimri gözünü kıza dikmiş. Allem etmiş, kalem etmiş, kızın babasının gönlünü edip, kızla evlenmiş. Kız gelin giderken sevgilisine, “eninde sonunda seninle olacağım, bekle beni” diye söz vermiş. Günler geçmiş, cimri paracıklarının hayrını göremeden öte dünyaya yolculuğa çıkmış. Serveti de kıza kalmış, verdiği söz üzerine sevgilisiyle evlenmiş. Onlar aralarına giren cimriden öçlerini şöyle almışlar; bahçe kapısına cimri için bir gömüt (mezar) yaptırmışlar, baş ve ayak ucuna taşlar dikip, ellerine birer sopa alıp, biri baş ucundaki taşa diğeri de ayak ucundaki taşa sopayla vurup, aşağıdaki tekerlemeyi söylemişler: 

Kazan kazana gidi

Sen kazandın il gidi

Şimdi tokmağı yi gidi

Arkasından yatağa cup didi 

Bu söylentiyi duyunca, cimrilik üzerine neler söylenmiş acaba dedim, biraz araştırma yaptım. Konu hakkında şunlara rastladım: 

Cimri: (Farsça) Soysuz, sefil, dilenci, cömert olmayan 

Cömert: Eli açık

Nekes: Alçak, kişiliksiz, cimri

Mıhsıçtı: Eli sıkı, cimri, pinti. 

Pinti: Aşırı derecede cimri, hasis.

Hasis: Aşağılık, hakir değersiz, ucuz, yücelikten yoksun 

ATASÖZLERİ: 

Eli dar olanın, gönlü de dar olur.

Kar kuytuda, para pintide eğleşir.

İnsanların en cimrileri sevmeyenlerdir. 

Cimri zengin, cömert yoksuldan daha yoksuldur. 

Cimrinin gümüşü, kendisi gömülünce topraktan çıkar.

Cimri malı götürür, kendini bitirir. 

Cimrinin dünyaya faydası ancak ölünce dokunur. 

Cimri öyle bir kişidir ki, dünyada fakir gibi yaşar, ahirette zengin gibi hesap verir.

Kıyamette bir devenin iğne deliğinden geçmesi, cimri bir zenginin cennete girmesinden daha kolaydır. 

Cimriliğin kötülüklerine edilmişken, belleğime başka bir yazı düştü. Sanırım Feridun Attar’dandı:  “Vakti zamanında ülkenin padişahı (büyük şah) vezirazamı ve adamlarıyla gezintiye çıkmış. Gece olunca yollarını şaşırıp, bir çobanın dağdaki evine gelmiş. Çoban “tanrı misafirlerini” eve almış. Gelenlerin kim olduğunu da bilmiyormuş. Padişah “karnım aç, on dört keçi böbreği yemem gerek” demiş. Genç çoban dışarı çıkmış, düşünmüş, taşınmış, konuğuna karşı küçük düşmemek için tüm varlığı olan yedi keçisini kesip, böbrekleri kızartıp buyur etmiş. Sabah olunca, padişah kendini tanıtarak, vezirine “bak bu adam benim kim olduğumu bilmeden, isteğimi yerine getirmek için tüm varlığını, gözünü kapamadan bana verdi. Sizlerin bana verdiklerinizin onun bana verdiğinin arasında uçurumlar var. Vermek demek, karşılıksız vermektir. İşte genç çoban bunu yaptı” diyerek çobana altın kesesini çıkarıp vermiş.”