Rüzgârı içen atlar (İran atasözü) Geçen güz benim adlandırmamla önce Kummani’ye (Kameni köyüne) gitmiştik.

Bunu ve sonrasını yazmıştım. Bugün Kummani’yi değil Karadağ’ı anlatacağım. Konumuz atla ilgili olacak. Konunun temeli değerli dostum prof Ahmet Ünal’ın yazılarına dayanacak. Onun Kikkuli’nin at eğitimi ilgili yazıları 3000 yıl öncesinden bize seslenecek. Sayfa 19-20’de şunlar yazılmış: 

ygarlıkların doğuşunu, gelişmesini, yükselmesini ve gidişatını değiştiren birçok keşif ve buluş gibi, atın ehlileştirilmesi ilk başta besin maddesi kaynağı sağlamak amaçlı olmakla birlikte, sonradan bir koşum ve binek hayvanı olarak devreye sokulması da maalesef işgal ve savaş, yani kitle halinde adam öldürme amacina yöneliktir. Atın burada bir suçu yoktur, eli kanlı değildir; o sadece ölüm makinası savaşçıları ve öldürme

cihazlarını hızlıca olay yerine getirmiştir, o kadar. Genel kanı çoğu imparatorluklarn "tarih yaratan büyük devlet adamları tarafından kurulduğu yönündedir, oysa bu yanıltıcıdır.

Çünkü, eğer at olmasaydı, ne Hitit kral I. Mursili Babil'i, ne Yeni Asurlar ve Persler Ön Asya’yı, ne İskender o zamanlar bilinen dünyayı (oikumene), ne Romalılar Akdeniz havzasını,

ne Osmanlılar Anadolu'yu, ne Moğollar o zamanlar bilinen dünyayı, ne de Araplar gene Akdeniz dünyasını, ne de Napolyon Avrupa ve Mısır’ı işgal edebilirlerdi. En önemlisi Kizilderili uygarlıklar da dimdik ayakta durabilirdi ve Beyazlarin bu ulu ve eşsiz uygarlığı yok edip yıldırım hızıyla Vahşi Batıya, Eldorado’ya yayılmalar için tren yollarının yapılmasını ve tankların icadını beklemek gerekirdi. Aynayı ters çevirerek bakarsak, eğer o olmasaydı, kurulmuş olan nice devlet de yıkılıp gitmezdi de diyebiliriz. İster binek ister koşum hayvanaı olsun, kısa zamanda çok sayıda savaşçıyı topluca bir yerden bir yere süratle ve bir anda taşımaya ve düşmanın üzerine aniden saldırmaya hizmet ederdi. Ulaşım ve haberleşmedeki değeri ölçülemeyecek kadar fazlaydı, çünkü saatte 65 km.ye

kadar ulaşan hızıyla modern zamanların motorlu nakliye araçlarını ve tanklarını aratmaz, bir günde ortalama 160 km. yol kat edebilirdi. Pers posta teşkilatının dillere destan süratli işleyiş tarzını biliriz de, bunun yağız atlar sayesinde oldugu pek çoğumuzun aklına gelmez. Bunun yanında kullanıldığı en

yaygın alanlardan birisi, ister binerek, isterse arabaya koşulu olsun, avcılıktı. Çoğu yaban hayvanından daha hızlı koşması, ne yazık ki pek çok türün sonunu getirmiştir ama burada da onun eli kanlı değildir. Geçit törenlerinde ve sportif yarışlarda yer almasıysa onun pek prestijli ve fiyakalı vazgeçilmez bir başka özelliğidir. 

Çok tanrılı teolojik sistemde en basit nesne, yaratık ve doğa güçleri kendilerini tanrısallıkla ifade ederken ve her taraf fetişlerle dolup taşarken at gibi asil bir hayvanın tanrısı olmaz mıydı? Hatti, büyü ve tıp tanrısı At tanrısını andırır. 

Pirwa dağ, taş ve kayalıklarla ilgili bir sözcük. Hattilere dek gider. Doğa ve dağ tanrısı. Koruyucudur.

Pirwa’nın korkutucu ve ürkütücü özelliği de vardı. Bir lanet metninde kötülük yapmış bir kimseye “Pirwa’nın hışmına uğrasın” deniyordu. Ya da şöyle: “her kim ki şu şu kötülüğü yaptı, o kovalayan/ peşini bırakmayan Perwa’nın hışmına uğrasın” 

Yapıtın 85. sayfasında; “atlar hipodroma benzeyen parkurlarda koşturuluyordu. Hipodrom deyince, Bizans dönemindeki (şimdiki Sultanahmet’i) Araba yarışlarını anımsadım. Mavilerle, yeşilleri, Nike’yi, Hz. Ali’nin Düldül’ü, İskender’in Bukafelos’u (öküzbaş) ve mitolojinin kanatlı Pegasus’unu.

İşte bu tarihsel bilgileri okurken, kendimi bizim Karadağ’da buldum. Yıllardır gittiğim dağda bu kez daha önce hiç görmediğim bir görüntüyle karşılaştım. Yolun batı yönünde yüksek yamaçta devasa kayalıklar göğe yükseliyordu. Alt taraf derin kratere iniyordu.

Karadağ yıllardan beri, yılkı atlarının yurduydu. Sanırım hititlerden kalmaydılar. Kuşaktan kuşağa yaşa gelmişlerdi. Gördüğümüz kayalıkların insan eliyle işlendiği belliydi. Ahmet Bey burasının bir kült merkezi olabileceğini, Pirwa’yla ilintisinin olduğunun düşünülebileceğini söyledi. Bana göre krater at yarışlarının yapıldığı hipodromdu. Dağda, askeri birliğin içindeki alanda kilise duvarında kral Hartapus’un fırtına tanrısı için yazdırdıkları bulunuyor. Yine Değle’de çift süren iki çiftçi ve öküz kabartması dağın işlevinin birer kanıtıydı.  

Karadağ, tarihimizin pek çok gizini içinde saklıyor. Bizim bulduğumuz yapıtı başkalarının da özellikle tarihçilerin incelemesi ve değerlendirmesi bizi sevindirecektir.