Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu'na kazandırılan ve Eylül ayında açılışı yapılması beklenen Eğitim Müzesi’nde İstanbul'dan Karaman'a ziyarete gelen Nuran Uyar'la röportaj gerçekleştridik.

Okul öğrencilerinden Nuran Uyar: “Ben 59-60 döneminde okula bu  okulda  başladım yani okula gelince bir kere çok duygulandım onu söylemem gerekiyor. Okul çok güzel değerlendirilmiş, okulun yaşatılması çok güzel bir şey çünkü bir şey üretiyorsanız orası yaşar. 1959-1960 senelerinden Fatma Kaya'nın öğrencisiyim. Sınıfımı görünce gözlerim doldu çünkü orada çok güzel şeyler yaşadık.

Çok güzel anılarımız var ve çok iyi bir eğitim aldık. Ben düşünüyorum şuanki ortaokul mezunları inanın bizim kadar bilgili değillerdir. Fatma Hoca'nın bir özelliği vardı. Sınıf hiç değişmezdi yani her sene aynı yerde Aktekke'ye bakan sağ köşedeki sınıfta ders işlerdik.Biz masalarda otururduk sıralarda oturmazdık, taburelerimiz vardı. Fatma hocanın bir özelliği vardı mesela biz siyah önlük de giymedik. Bizim lacivert eteklerimiz kırmızı kazaklarımız vardı. Kışın kazak yazın da beyaz gömlek giyerdik. Buna Karaman’da çok tepki gösteren de olurdu o dönem. Ayrımcılık olarak görürdü insanlar. İşte herkes alamaz falan diye ama o dediğini yapardı yine. Masada oturmamızın amacı grupsal çalışmalardı. Masalarda altı veya sekiz kişi kızlı erkekli karışık oturuyorduk. Bayağı da rahat bir ortamdı fikrimizi söyleme açısından. Sene başında her çocuk sınıfa bir saksı çiçek getirirdi. Dikkat ederseniz pencereler geniş, saksı koyabileceğiniz boyutta bir derinliğe sahip. Bir sene boyunca herkes kendi çiçeğinden sorumluydu. Sene sonunda o çiçek ya Anneler Günü'nde annelere verilirdi ya da evimize götürürdük ve ertesi sene tekrar yeni bir çiçek getirirdik. Okulun bahçesinde çeşmeler vardı bir de ırmak akardı ama ben hiçbir çocuğun o dönemde ırmağa düştüğünü hatırlamıyorum. Demek ki gerçekten terbiyeli çocuklarmışız. Bahçede, birinci dersten, ikinci derse geçtiğimiz teneffüste mutlaka diş fırçalarımızı alır, o çeşme başına giderdik ve sınıf olarak topluca diş fırçalardık yani düşünürseniz bize okulda diş temizliği ve bunun önemi çok güzel yaşatılmış o dönemde. Bu da benim hep diş doktorlarıma anlattığım bir hikayedir. O dönemde pek o kadar Amerikan yardımlarında süt tozuna pek sıcak bakmazdı Fatma Hanım. Günümüzde ilkokuldaki bir çocuğu bir sonraki mahalledeki bir camiye, bir müzeye götürmek için bile para toplanıyor anneden babadan yazılı izin alınıyor. Mesela biz ilkokulda BiFA'nın açılışına gittik ve BiFA'nın açılışında bize bir hamur verdiler. Her çocuk kendi hamurunu yoğurdu, bir şeyler yaptı, şekil verdi. Onları tepsiye dizdik BİFA bunu pişirdi o bisküvileri bize dağıttılar biz de yedik. BİFA’nın 60. yılında ben bu anımı Nazlı Hanım'a yazdım beni böyle bir anım var diye ve çok sevinmiştim. Başka bir zamanda Konya Şeker Fabrikası'na gittik. Düşünürseniz o dönemde yani otobüsler bile Konya'ya tıkır tıkır gidiyor. Velilerin izni, bunun bir maddi boyutu var. Ama herhalde bir yerlerden sponsor buluyordu ki Fatma Hoca, gidebiliyorduk. Sonra şeker fabrikasını gezmeye gittiğimiz gün Mevlana Müzesi'ne gittik. Düşünürseniz hem bir ibadethane hem bir ideolojiyi yani bir Mevlana hediyesini fark edip orada yaşıyorsunuz. Ordan sonra da Konya Koleji'ne gittik orada öğlen yemeğini yedik bizim için o da ayarlanmıştı. Ben şuanda düşündüğümde orada yemek yememizin sebebi de aslında  bizim bir yerde yemek yiyemeyeceğimizden değil. Sonuçta köfte ekmek yanınızda götürürdünüz yine bir şeyler yerdiniz ama orada asıl amaç hepimizin koleje kazandırmak, hepimiz kolej kazanalım yani onun derdi oydu. Onu öğrendik ki bizim sınıftan gerçekten de yedi sekiz kişi koleji kazandı. Yedi sekiz kişi de parasız yatılı okul kazandı ve Adana Kız Lisesi'ne gittik biz o dönemde onlardan biri de benim. Sınıfta çok güzel münazaralar yapılırdı. Tartışmalar bildiğiniz gibi değildi. Nasıl araştırırdık? İnanılmaz bir araştırma gücümüz vardı. Hangi gruptaysanız o öğleden sonra dersleri de o grupla beraber yapardınız hep birisinin evinde. Fatma Hoca evlere kontrole gelirdi. Korkardık yani çok ciddi bir şekilde böyle her an Fatma Hoca kapıdan girebilir modundaydık. Birinci sınıftan ikinci sınıfa geçeceğimiz son ayda Fatma hoca hepimizi kütüphaneye kaydettirdi. O zaman Hacı Beyler Camii kütüphane mükemmel bir kütüphaneydi hala içim yanar yani aklıma geldikçe. Orada bize Sait amca ve Recep amcalar bize kütüphane adabını öğrettiler. Kütüphanede nasıl oturulur, nasıl sessizce yürürsünüz? Nasıl kimseyi rahatsız etmeden girer çıkarsınız? Ben yani ilkokulu bitirdiğimde sanırım o dönemde çıkan tüm Aziz Nesin kitaplarını okumuştum. Tüm Rus klasiklerinin yarısını okumuştum. En azından yarısını kesin okumuştum yani çok güzel şeyler yaşadık ve o eğitim bana yıllarca neler kazandırdı? ben onu biliyorum yani. Müziğe Halit Bey diye birisi gelirdi. Karaman'da ne işi vardı bilmiyorum Karamanlı değildi, yabancıydı. Keman çalardı bize notaları öğretmişti.

Ben altmış yaşında emekli olduktan sonra ud dersi almak istedim. İlk derste adam bana notaları yazdı ve ben o an dedim ki ‘ben notaları tanıyorum’. Adam bana ‘Siz daha önce ders aldınız mı?’ dedi. Ders almadığımı söyledim ama ilkokulda bize keman çalan bir adam geldiğini söyledim. Adam bana ‘Nasıl ya dedi sen dedi böyle elli sene unutmadın mı bunları ?’ dedi. Keman çalan adam nasıl güzel bir temelle bize anlatılmış ki veya nasıl severek öğretmiş ki bize ben elli sene sonra o notalarla direkt nota öğrenmeden  çalmaya başladım ve derslerime başlayabildim. Bugün de yıllar sonra sınıfa girince bütün bunların hepsini tekrar yaşadım. Çok mutlu oldum yani. Senem Hanım'a da ayrıca teşekkür ediyorum beni buraya getirdiği için. Ali Yağcı çok büyük bir teşekkürü hak ediyor. Yaptığı hiç kolay bir iş değil. İşini o kadar severek yaptığını da gözlerinden görüyorum. İnşallah ilk fırsatta İstanbul'a evime gittiğimde mutlaka evi darmadağın edip bu döneme ait bir şeyler bulmaya çalışacağım ve destek olmaya çalışacağım.” dedi.