İlkokulu bitirdik, Gazalpa’daki bahçeye yeni bir sonbahar daha geldi. Elma, erik, kayısı ağaçlarının yaprakları dökülmeye başladı. Son iş olarak ayvaları topladık, ırmakların ağızlıklarını da gözden geçirdik. Bahçe, bahara kadar artık ayakaltında kalmayacak.

Benim için yeni bir dönem başlıyor. Ortaokula yazılmak için hazırlıklar yapmamız gerekiyor. Kara önlükler atıldı, takım elbise devri açıldı. Yeğenim Sami Abi, İstanbul diplomalı terzi. Askerliğini bitirdi geldi, terzihanesini açma telaşında. Kıymetlisi Ralleıgh bisikletini bile kadifeyle silmeyi seyreltti, tüm gücünü işyerine verdi. İlk müşterisi de ben olacağım. Hamamcı Hacı Hikmet’in manifatura mağazasına giderek Sami Abiyle birlikte kumaş beğendik.

Sami Abinin terzihane açma heyecanı ile benim heyecanım yarışa geçti. O ilk müşterisini kazanarak heyecanını biraz yatıştırdı ama, bendeki heyecan gittikçe artmaya başladı. İlk kez şapka giyeceğim ve yeni kumaş ceketli öğrenci olarak haftaya ortaokula gideceğim. Aldığımız kumaş paketini Sami Abi’nin masasına bıraktım, merakla beklemeye başladım. Sami Abi, masanın arkasından kromçelik pırıl pırıl parlayan iri makasını alıp kumaşı besmeleyle kesmeye çalışıyor, fakat makas yürümüyor. Bizi seyre gelen komşular öğüt veriyor, ‘Kesmez! Lokum sür lokum sür! Komşulardan birisi bana ‘koş al gel’ diye uyarınca sorunu anladım. Hemen bitişiğindeki dükkânımızdan Hacı Bekir olmasa da, İzmirli Ali Galip lokumundan bir kilo kese kâğıda koyup kumaşın yanına bıraktım, makas yürüdü…

Bağdı, bahçeydi derken son kayıt günü ortaokula yazıldık, D şubesi sınıfa girdik. Sınıfımızda Cumhuriyet‘ten tanıdık arkadaşlar vardı, kısa zamanda da Hisar’dan, Gazalpa’dan, Kırmahalle’den değişik okullardan gelen yeni arkadaşlar edindik. Sıralarda üç kişi yan yana oturuyoruz. Her derste, her gün gördüğüm, Talia öğretmen, Nebahat öğretmen, Mukaddes öğretmen yerine, her derste değişen yeni öğretmenler var.

Adlarını, köylerini öğrenmeye başladığım benden iri ve iki üç yaş büyük Aladağlı, Ceritli, Laleli yeni arkadaşlarım da oldu. Arkadaşlardan birkaçı kimi kez sabah gelmiyor ya da öğleden sonraki derslere girmiyordu. Bu yaptıklarını da bir marifetmiş gibi biraz övünç duyarak söylüyorlardı. Bu nasıl olur dediğimde de ‘sen yapamazsın, hanım evlatları yapamaz’ diyerek, yiğitliklerini, cesaretlerini kanıtladıklarını düşünüyorlardı. Yeğenlerimden birisine bu olayı anlattım. Onun şubesi ayrıydı. O da benzer durumla karşılaşmış. Cesaretimizi o okul kaçaklarına göstermek için ‘Ulan bir gün biz de yapalım bakalım’, dedik.

Suç ortağımla birlikte sabah okula yaklaştığımızda, hadi eski okulu gezelim diyerek Cumhuriyet okulunun içindeki kantinden birer simit aldık, yavaş yavaş yediğimiz halde simit bitti, daha birinci dersten çıkan yoktu. Boyahaneye doğru yürümeye başladık. Suç ortağım, ‘Aman teyzemlerin o tarafa gitmeyelim, bizi görürler’, diye uyardı, oradan sola doğru döndük, bu kez ben uyardım, ‘çarşıda ağabeylerim denk gelebilir, o tarafa da gitmeyelim’ diye. Tren İstasyonu’na doğru yürümeye karar verdiğimizde yağmur başlamıştı ve gittikçe şiddetini artırıyordu. İstasyon uzaktı, daha fazla ıslanmamak için benim önerim üzerine kütüphaneye girdik. Kömür sobası gürül gürül yanıyor, ses çıkaranları uyarmak için parmak uçlarına basarak yürüyen Recep Amca, her an kaş çatacak görüntüsüyle sobanın çevresine kimseyi yaklaştırmıyordu. Bir masanın yanına oturduk, ıslaklıklarımızı elimizle silerek sessizce gülüşmeye başladık. Öbür arkadaşlarımız gibi cesaretli olduğumuzu göstermiş, okuldan kaçmayı başarmıştık.