1950 ve 60’lı yıllarda tadına doyum olmayan güzellikler yaşanırdı Karaman’da. Büyükçe tarlalarda ekilen buğday ve arpa gibi tahıllar, baharla birlikte yeşermeye başlayarak, toprağı bir yeşil halı gibi örterlerdi.

Bahçelerdeki ağaç dallarında küçük olan yeşillikler zamanla büyüyerek, rüzgârın önünde sağa sola sallanan yaprak durumunu görüldüğünde artık bahar iyiden iyiye gelmiştir Karaman’a

Baharla birlikte insanlarda kış uykusundan uyanmışçasına bir hareketlilik başlardı. Gülen yüzler, güven veren bakışlar, yüksek sesli konuşmalar, acele ile bir yerlere gidip gelmeler yoğunlaşırdı.

Yaz ayları, yakıcı güneş, bunaltırdı adeta insanları ve bir uyuşukluk çökerdi üzerlerine. Hareketleri yavaşlayan insanlar, gölge yerler arayarak, kendi köşelerine çekilirlerdi.

Güzelliklere doyulmayan Karaman’ın bu güzelliklerine kış ayları ayrı bir güzellik katardı. İnsanlar arasındaki ilişkiler artar, dayanışma soğuk havaya inat edercesine çoğalırdı.

Bir yanıyla Karadağ’a yaslanan Karaman’da, Karadağ’da görülmeye başlayan kara bulutlar, karakışın habercisi olurlardı. Birkaç gün sonra, poyrazın peşine takılan karabulutlar, adeta Karaman’ın üzerine çökmeye başladıklarında artık aylardan Aralıktır ve kar yağışları başlamıştır.

Günler öncesinde, odun ve kömürler kömürlüğe atılmış ve sobalar kurulmuştur. Etlik yapılmış; irişki, pastırma, kemikli, kıymalı ve kuşbaşılı kavurmalar aşenelerdeki tel dolapların ve selelerin altındaki yerlerine konulmuştur.

Uzun kış gecelerinde, aileler bir araya gelirler; arabaşılar ve pişmaniyeler büyük siniler üzerinde yere serilen sofraya getirilmelerini beklerken, nohut ve mısır kavurgaları, iğdeler, cevizler, bulgurlar, kestaneler, kuru üzümler çoktan midedeki yerlerini almışlardır.

Oluşturulan çemberin ortasındaki bir kişinin okuduğu Battal Gazi, Danişment Gazi, Dede Korkut, Çakırcalı Mehmet Efe, Yörük Ali Efenin öyküleri can kulağıyla ve sessizce dinlenilirdi.

Zaman zaman Karaman’ın tek eğlence yeri olan sinema çıkışlarında, pastanelere koşuşturanlar, dumanları esmekte olan arabaşı çorbalarıyla içlerini ısıtmaya çalışırlardı.

Yoğunlaşan kar yağışları sonrasında, geceleri ayaz yapardı. Etraf buzlanır yürümek son derece zorlanırdı. Buzlardan kurtulmak, öncelikle evlerin saçaklarında oluşan ve bir nevi sarkıt görünümünde olan buzların kırılmasıyla başlanılırdı.

Toprak damlarda bulgurlaşan karlar, ahşaptan yapılmış küreklerle aşağılara kürünür sonra da bir metreye yakın uzunluktaki silindir şeklindeki taştan yapılan yuvaklarla yuvularak toprak sıkıştırılırdı.

Avcılar, gruplar halinde omuzlarına attıkları tüfekleri ve bellerine bağladıkları fişeklikleriyle ve ayaklarındaki çizmeleriyle, beyaz bir ovada kayar gibi karları yararak ve ne zaman dönüleceği belli olmayan ördek ve gaz avına giderlerdi.

Bir düğün evine gider gibi topluca karlar üzerine karınlarını doyurmak için konan sığırcıkları yakalamak için atkuyruklarından yapılan tuzaklar, üzerlerine bulgur ve ekmek kırıntıları konularak, saatlerce sığırcıkların tuzağa yakalanması beklenirdi ama nafile.

Evet, bir nafile de benden! Günümüzde taşlaşan Karaman’da bu güzelliklerin hangi birinden bir eser kaldı? Şimdi, hangi güzellikleri yaşıyorlar acaba Karamanlılar?