Ben son sınıfta Kurtuluş Savaşının son kısımlarını anlatıyordum. 9 Eylül olayını bitirmiştik. İzmir'i düşman işgalinden kurtarmıştık. İkinci dersi ben değil halktan biri olan komşumuz Takkalı Teyze'nin kocası Hacı Dayı anlatacaktı. Biz daha önce Hacı Dayı ile bu konuyu kahvehanede konuşmuştuk. Ben ona:

-O, Doğu Cephesindeki yaşadığınız, düşmanla yaptığınız savaşları derste anlatır mısınız? dedim.

-Bilmem ki Müdürüm?Nasıl bir şey öğretmenlik.Ben acaba o çocuklarımızın yanında konuşabilir miyim? Dedi.

-Ben de orada olacağım. Olmazsa soru cevap çalışırız. Sen yarın öğleden önce hazır ol. Bekir Efendi seni gelir alır. Ben zaten oradayım, dedim.Anlaştık.

Ertesi gün blok ders yapacağımızı, dersi bölmeyeceğimizi öğrencilerimize anlatmıştım.Teneffüsyapmadık.Son derse girdiğimizde Bekir, Hacı Dayı'yı derse getirdi. Çocuklar ve ben ayakta karşıladık. Hacı Dayı çok heyecanlıydı. Onu derse alıştıralım diye, yavaş yavaş soruyor, cevap alıyorduk. Birden dikkatimizi çekti. Havalar soğuk olduğu için ayaklanında mest dediğimiz, yumuşak deriden yapılmış bir ayakkabı vardı. Onun dışında ise koruyucu lastik vardı. Ayağı devamlı sıcak tutardı. Yoldan geldim, ayağım çamurlu, sınıfı çamur yapmasın diye sınıfın dışında çıkarmıştı. Ben bunu görünce öyle duygulandım ki.

Bir savaş görmüş vatandaş, nasıl da ince düşünüyordu, ilim yuvasına nasıl da değer veriyordu. Derken sözü Hacı Dayı'ma verdik.

Buradan başlayıp, acemi birliğine ve oradan da savaş alanına gittiğine dair izlenimleri bir bir anlattı. "Ankara'da çok kısa bir acemi birliği geçirdikten sonra beni hemen cepheye gönderdiler.

Yurdumuzun doğusunu savunmak için. Kendimi bir askeri aracın içinde buldum.Bizi doğuya sevk ediyorlardı. Araçta 20-25 kişiydik.

Toplam 30 araçlık bir konvoydu.Derken efendim bir siperin içi benim yerim,yurdum oldu. Daha önce dağıttıkları para kesesine benzer bir kesedeki içi dolu yufka ekmek kırıntılarını hemen bir çırpıda bitirmememizi söylediler. Bitiren bir gün boyunca aç kalacakmış.Sadece saat başlarında sağ elimizin iki üç parmağımızın sıkıştırılmasıyla alacağı miktarı bir defada yememiz istendi.

BİR MATARA DOLUSU DA SUYUMUZ VARDI.

Mevsim kış olması nedeniyle akşamları kar yağıyor, gece don yapıyordu. Kaldığımız siperin içinde rahat hareket edebiliyorduk. Derinlik boğazımıza kadardı.Düşman mermileri başımızın üzerinden vızır vızır geçiyordu.

Dikkatli davranmazsak ilk anda vurulabilirdik. Düşman ateş etmeyi kesince,bu defa bizler ateş ediyorduk. Bizim siperler arası yaklaşık 6-7 metreydi.Birbirimizle bağırarak konuşuyorduk.

YAVAŞ YAVAŞ YİYECEĞİMİZ BİTİYORDU. SUYUMUZ ÇOKTAN BİTMİŞTİ.

Ama ben ne yaptım? Mataramın içini karla doldurdum. Eridi onu içtim.Ama esas görevim, düşmana karşı silah kullanmaktı. Siperin içinde hareket etmezsen donabilirdin. Zaten ıslak olan ayaklarım uyuşmuştu.Bu küçücük siperin içinde yiyor, içiyor, silahla ateş ediyor,bazen de sırtımı duvara dayayıp kısa da olsa kestiriyordum.

HACI DAYI ANLATMAYA DEVAM ETTİ.BU SIRADA KAPIYA VURULDU.

İçeri elinde bir çantası olan orta yaşı biraz geçmiş görünen bir kişi girdi.Öğrenciler ayağa kalktı.

Hepimize sağ elinin işaret parmağını ağzına götürerek, "susun"sonra da aynı eliyle işaret ederek "oturun" demek istedi. Arkada boş bir sıra bulup oturdu.

HACI DAYI ANLATMAYA DEVAM EDİYORDU.

-Benim yiyecek bitmiş, ben acıkmıştım. Ellerim de soğuktan uyuşmuştu.Vakit öğleye doğruydu. Güneş kısa da olsa kendini

sık aralıklarla gösteriyordu.Karlar kısmen erimeye başlamıştı.

Siperin yan tarafında, toprağın üstündeki karı elimin tersiyle ittim.

Bir de ne göreyim, yaklaşık 1,5-2 cm uzunluğunda çayırlar vardı.

Hiç beklemedim,yine ekmek ufağının alış biçimiyle,sağ elimin üç parmağıyla koparıp ağzıma attım.Derken bir daha, bir daha...

KARNIMI DOYURMADIM AMA AÇLIĞIM GİTMİŞTİ.

Bunları birer birer bize anlatıyor, hem titriyor hem de ağlıyordu.

Yaklaşık 30 dakika böyle anlattı. Hacı Dayı bu olayları tekrar gibi oluyordu. Adeta bülbül kesilmişti. Anlattıkları bitmiş olacak ki cebinden kocaman bir yağlık(mendil) çıkardı, gözlerini sildi. Sanki zamanı iyi tahmin etmişti ki zil çaldı. Çocuklar, ben ve müfettiş beyden bir alkış koptu ki, neredeyse kulaklarımız patlayacak, sağır olacaktık.

Hemen Hacı Dayı'yı elinden tutarak dışarıya aldım. Paltosunu giymesine yardım ettim. Bastonunu eline vererek, kapıya çıkardığı mest lastiklerini giydirerek, kapıya kadar uğurladım. Kapıda elini öptüm, o da bana sarıldı, sonra da evin yolunu tuttu. Zaten yakındı evi.

Ben hemen odama döndüm. Bekir Bey müfettişe ıhlamur ikram etmiş, ben gelince bana da bir çay verdi.Ben hemen söze başladım.

-BUYRUN SAYIN HOCAM, SİZİ DİNLİYORUM.

-Estağfurullah Müdür Bey. Ben bu manzara karşısında şaşırdım kaldım. Valla ne diyeceğimi bilmiyorum. Bu zamanda bir köy yerinde aracısız tek elden, yaşayan kişiden ders dinlemek, beni nasıl sevindirdi anlatamam. Hele o öğrencilere verdiği öğütler:

-Vatanınızı sevin. Bayrağınızı sevin.

-Tasarruflu olun. Savurganlık yapmayın.

-Derslerinize çalışın, büyük adam olun.

-Vatana, millete faydalı birer evlat olun. -İlerde çocuklarınızı da okutun, büyük mevki sahibi yapın.

-Zamanınızı iyi kullanın. Çok çok ama çok çalışın, demesi yok mu..

1973

Yılmaz Havuçcu Öğretmenimizin TEK BAŞINA adlı kitabından.

Kahramanımız Kurtuluş Savaşı Gazilerinden Hacı Dayı İbrahim Acaruygun Yeşildere Köyünden olup,1313(1897) de doğmuş ve 1996 yılında 99 yaşında aramızdan ayrılmıştır.

Yazarımız Sayın Yılmaz Havuçcu Öğretmenimize teşekkür eder,sağlıklı ve mutlu yaşamlar dileriz.

Katkılarından dolayı Sayın Üzeyir Taşkın Bey’e

YEŞİLDERELİLERİN(İbralalıların) BULUŞMA YERİ GRUBUNA

veAcaruygun ailesine sonsuz teşekkürler.