Bizim “Karaman’ın Sesi’nin” yaşam öyküsünü geçmiş zamanda öğretmenimiz Ali Ünlüer yazmıştı. Şimdi bende anımsayabildiğim kadar onu anlatmaya çalışacağım. Önce düşünce, sonra eylem.

Yıllar yıllar önce, kardeşim Ziya’yla (siz onu Medeni diye bilirsiniz) gizlerimizi, yapacaklarımızı paylaşırdık. Yalansız-dolansız olurdu bunlar. Askerden geldiğimde sanırım bir nisan gecesi, arkadaşım Remzi Tartan’la İkinci İstasyon caddesinde söyleşirken (söz aramızda o zamanlar lüks diye Birinci Cadde’ye gitmezdim) gazete çıkarmanın zorunluluğunu, bunu nasıl gerçekleştirebileceğimizi uzun boylu düşündük. Ülkenin siyasal ortam, yıldırımlı, gök gürültülü ve epeyce de korkutucuydu.

Sonradan bunu Ziya ile paylaştım. Yeğenim Bahattin ve ortağı Talip’le bir girişimim oldu ya kulak asmayın, onlar beni yarı yolda bıraktılar. Düş kardeşimle aramızda kaldı. Oysa ben gazetenin beldemizin “vahası” olmasını isterdim.

Yine yıllar geçti. Doğudayım. Ziya gazeteye can vereceğini söyledi. Sevindim. O zamanlar Diyarbakır’da öğrenim görüyordu. Öğrencilik ve gazetecilik karpuzlarını yüklenmişti. “Topal eşekle yola koyulmuştu” da diyebiliriz. Sonra doğum gerçekleşti. Acemilik, parasızlık, siyasal baskı, öfke bulutlarının giderek yoğunlaştığı günler ardı ardına gelmeye başladı ya o bunlara göğüs germesini bildi. İnanın, koca okyanusta, fırtınada fındık kabuğu kadar küçük kayığında yol almayı başardı. Onun çektiği azabın ölçüsünün ağırlığını bir ben bilirim.

Sanırım ilk başyazıyı arkadaşım Av. Şahin Yıldız yazdı. Gazetenin ana düşüncesi, demokrasiye inanan kişilerin özgürce düşüncelerini burada yazma isteğiydi. Öyle zaman oldu ki batma, yok olma aşamalarıyla yüz yüze geldi. Annem gazete sahibi oldu. Adana’dan sarın alınan baskı aygıtı kurulurken, sahibi “postasını koydu” ya para ya da makinenin sökülüp götürülmesi tehdidi. Yine borç yine sıkıntı.

Gazete ilk aylarında elde diziliyor, ilkel bir aygıtla basılıyordu. O dizicilerin özellikle rahmetli Hüseyin Abay’ın harfleri tek tek dizişi, kalıplaması, her gün aynı işi bıkmaksızın pofurdamadan yapmalarına hayranlıkla bakardım. Zaman geçti. Entertipe geçildi.

Bir zamanlar arkadaşım Şıhali Yalçıner gazeteye güç verdi. O da gazete, spor, tiyatro, öğretmenlik dörtgeninde gitti geldi. Sonra Kazım Koçer öğretmen, Boksör Şükrü. Gazetenin en güzel evresi, bana göre Mehmet Büyükarı ile başladı. Resimle tanışıldı. Haberin kaynağına gitme yoğunlaştı. Sonra yollar ayrıldı. Derken radyo, arkasından gelsin televizyon. Bana kalsa salt gazete derdim, ya sözüm tutulmadı.

Babam demişleyin, gazete yaşamı “el elde baş baştaydı” Gazete Ziya’nın dördüncü çocuğuydu. Gazete yaş aldı, Ziya yaşlandı. İkisi de birbirlerinden kopmadı. Geçmişte evi iki kez kurşunlandı. Gazete kundaklandı, paraları çalındı, camları taşlandı. Yazı işleri müdürü rahmetli Ali Bey tutuklandı.

Gazete için emeklerini esirgemeden veren, Durmuş Ali Gülcan amcayla Hasan Pınarbaşı (Güdük Hasan) Karaman’ın değerlerini geriye miras olarak bıraktılar. Bize kalan yapıtları Karaman’ın ölmezleridir.

Hoş bir oluşumu da burada anmak isterim. Remzi Tartan iki eli kanda bile olsa iki karanfili doğum günü armağanı olarak getirir gazeteye. Öyle ya gazete düşüncesinin oluşmasında payı vardı.

Ziya şimdi Anadolu Basınının anaforunda boğulmama uğraşında kızı Senem’le birlikte yüzeyde kalmaya çalışıyor. Beni soracak olursanız gurbete gönderilen gazeteleri dört gözle bekliyorum. Kimi zaman postacının insafına kalıyorum. Okuma deyince annemin kulaklarını çınlatayım. O eskiden sahip

olduğu gazetesini günü gününe ta duyurularına dek okumazsa olmazdı. Selahattin Güldeste her sabah gazetesini götürürdü. Gecikildi mi açardı ağzını.

Unutmamalıyım, rahmetli Ali Ünlüer’in emeklerini. Özellikle Dil Bayramıyla ilgili anıları tarihsel içerikliydi. O öldükten sonra bayramımızda rengini yitirdi sanırım.

Bu arada, televizyon için hazırlanan kasetlerin ölümünü izlemek, çözümleyememek içimi karartır. Yirmi beş yıllık Karaman tarihinin tozlanması, bilgisayara geçirilememesi usa sığacak gibi değil. Bu konudaki girişimler hep karşılıksız kaldı da ona yanarım.

Halamı anlatmalıyım. Dul ve yoksul. Evinin önünde devramber, sakız ve gofret satarak, doğumlara giderek kazandıklarıyla yaşıyor. Yolu bir gün gazeteye düşer. Ziya kara düşüncelerde. Ortaklarından ayrılmış, umarsız. Halam sorunca susar. Ona durumu anlatırlar. Ne kadar gerek der. O zamanın parasıyla 75 bin lira olduğunu öğrenir, bir saat sonra bir torbayı getirip, içindekileri masaya boşaltır. Paraların tümü 5 liralıktır. Sayım bir saat sürer, halam arkasına bakmadan torbasını alır gider. Hızır’ın halama dönüştüğü andır.

Bir de Memiş Köseoğlu arkadaşın ağır kalıbı, eski ortaklara basım için götürmesi, ısrarı, posta koyması, yeni alınan baskı aygıtının taşınmasındaki “deli-bozuk” uğraşısı belleğimde kalan anılardır.

Mustafa Koçak demişleyin yazacak çok şey var, ama ben “zamanım az, uzun yazdım” diyenlerdenim.

Gazeteye emek verenlerden de söz etmeli. Sevgili Mustafa Koçak dostumuzun gençlik heyecanını dip diri tutması, belleğinin derinliklerini didik didik etmesi az şey mi?

Mustafa Özünal, Sezer Arpınar, Selahattin Güldeste, İsmail Güldeste emekleriyle birer Atlas. Mitolojide Atlas “dünyayı omuzlarında taşıyan” titandır. Coğrafya kitaplarının üstünde resmedilir.

Gazetenin diğer emekçilerini düşündüm bir ara. Onlarsız gazete rengini yitirirdi. Onlar olmadan, emekleri yüzeye çıkarılmadan gazetenin tadı tuzu olmazdı.

Önce Veysel Karani, sarışın, işinin uzmanı, çekirdekten yetişme. Ona “Veysel Garani, yemez harami” diye takılırdık. Çay tiryakisi Eyüp Akın, on şekerle çay içer, tabanvayla her işe koşar. Murat Alkan saygılı, inanılır, dürüst çalışan. Yüreğinin aklığı, gülümsemesinde güzelleşir. Davgandos’lu Selami Uysal, köy yaşamından gelip, gazeteye küçük omuzlarıyla destek olmuştu.

Öğretmen dostumuz Süleyman Ekim, araştırıcılığıyla, yazınsal-siyasal yazılarıyla karşılıksız, emeğini bizimle paylaşmıştı, uzun süre. Romantizmin simgesi Ali Aysan, satranç ustalığı yanı sıra düşünceleriyle yanımızda yer almıştı. Muğla’lı Ömer Ulay beyin gözlemciliği bizi hep şaşırtmıştı. Bizim bakıp da göremediğimiz o görü, kaleme almıştı. Kale duvarlarında oluşan nemin zararını, Cumhuriyet alanındaki Atatürk büstünün kaidesindeki harflerin yanlış dizilimin o göstermişti. Rahmetli Ali Rıza Çopur gerek yazıları, gerek şiirleri ve kitaplaştırdığı anılarıyla Karaman’ı dillendirmişti.

Burada oğlumuz Arif Kerem’in reform sayılacak atılımları da unutulmamalı. Özellikle radyo ve televizyon çağdaşlaşması için babasıyla yaptığı tartışmalar. Bilginin haberin yaygınlaşması için didinmeler. Her şey mazide mi kaldı dersiniz?