Rastlantılarda umudum. Derken siyah beyaz, eski bir film çıktı karşıma. Ne denli yavan, yüzeysel olsa da onları hiç kaçırmam. Onlarda “eski-kadim” İstanbul vardır. Şimdikiyle kıyaslanmaz bile. Bu filmde Fikret Hakan, Salih Tozan, Semih Sezerli, Muhterem Nur oynuyorlardı. Adı; Üç Arkadaş. Mekan; İstanbul. Durmuş, oturmuş bir kent. Canavarlarca istila edilmemiş. Otomobiller tek-tük, tramvayla hala yaşamda. Düşlerimizin kenti.

İşte o filmdeki ayakkabı boyacısını görünce usuma “Çarli” geldi. Çoğumuz Nazmi Asma olduğunu bilmeyiz. İlk tanışmamız, Yeni Sinema önü, Pala İbo’nun oda büyüklüğündeki kahvesinin kaldırımıydı. Küçük kardeşi Kamil, iş arkadaşıydı. Yıllardan altmış sonrası, yetmişlerin başı. Ellerinde fırçalar, önlerinde boya sandıkları “her daim” müşteri gözlerlerdi.

Bir gün sonra neden Çarli diye sordum, “batıdan geliyoruz da ondan” dedi. Bir gece sinemadan çıkıp, Yeni Mahalle’deki evine gelirken onu durduran polis “nereden geliyorsun?” diye sorunca yanıtı “batıdan” olunca, okkalı bir tokat, yanağında iz bırakır. Kovboy filmlerinin, Con Veyn amcalarının etkisi olmalı.

66 oynamayı çok severdi. O zamanlar tek rakibi bendim. Boya bulaşığı elleriyle, Pala İbo’nun hışırı çıkmış, pespaye kağıtlarını alıp, çıkardı karşıma. Ben rahmetli Mustafa Tolu’dan işin püf noktasını öğrendiğimden genelde “üterdim” Yenilen pehlivan güreşe doymaz hesabı, oyunumuz yıllarca sürdü.

Geçtiğimiz yaz, Ziraat Bankasının duvarına dayadığı iş yerine uğradığımda, esenleşip sordum: ne yapıyorsun? Dedi ki “İsmet Paşa Caddesinde gümrükçülük yapıyorum” gerçekten bulunduğu konu tas tamam gümrük yeriydi.

Zaman zaman “manitalardan” söz açılırdı. Manita sözcüğünün argoda sevgili anlamına geldiğini ondan öğrenmiştim. Gene günler, yıllar geçti, bizin Çarli’nin bir başka “zanaatı” çıktı ortaya: Müzisyenlik. Karaman’daki tüm düğünlerin, sünnetlerin neşesinde hep o ve ekibi vardı. Boya sandığı ve klarnetiyle ev besledi, çocuk büyüttü, sonra bizim mahallede ev alıp, bize komşu oldu. Evi de evdir. Bembeyaz, boyalı duvarı, küçük bahçesi onun yurdudur.

Ali Yağcı’nın evinin giriş kapısı hep açıktır. Gelen geçen görünür. Bizim Çarli’nin yolu da burasıdır. Mobiletiyle elinde ekmek torbasıyla geçerken bize uğrardı. Bazen de klarnetiyle. Bir iki öttürürdü klarneti. Sonra söyleşi başlar, bize “yakası açılmamış” fıkralarını anlatırdı.

Çarli’yi anımsarken, nerden geldiyse Cümbüşçü Kör Avni geldi usuma. Onu da hayranlıkla izlerdim. Düğün evinin bahçesinde, ayakları oynak tahta masasının üzerinde, yağları donmuş etlerin, mezelerin, rakının yamacında çalardı. Durur uzun uzun onu izlerdim.

Çarli yazın sıcağında, kışın ayazında da olsa tezgahındadır. Eğer tezgahı kapalıysa, bilin ki düğündedir. Gümrükten geçenler mutlaka ona uğrarlar, söz atıp yarenleşirler. Bir gün bende ona uğrayıp, ayakkabılarımın tozunu aldıracağım.